KİMSESİZLİĞİN AYNASI

19 Ekim 2025 admin 4 dk okuma 165 görüntüleme
KİMSESİZLİĞİN AYNASI

KİMSESİZLİĞİN AYNASI

Kimsesizlik, insan ruhunun en keskin aynasıydı. Oraya baktığında gördüğün yüz çoğu zaman yabancıdır; çünkü o an yalnızca kendi yalnızlığınla baş başasındır. Bu öykü, bir kadının o aynaya bakma cesaretinin ve o bakışla başlayan içsel çöküşün hikâyesiydi.

Şehir, üzerine çöken gri sisin ağırlığıyla nefes alıyordu. Kadın, soğuk kaldırımlarda adım adım yürürken içinde sessiz bir boşluk büyüyordu.

“Kimsenin bebeği değilim.”

Fısıltısı rüzgârla yarıştı ama ne o kazandı, ne rüzgâr. Gece yatağına uzandığında tavana bakan gözlerinde umutsuz bir dua titreşti:

“Tanrım, biri… beni sevecek biri…”

Ama tavan, bir mezar taşı kadar sessizdi. Ve o an, kadının içinde bir ses fısıldadı:

“Belki Tanrı, en çok kimsesizleri sever.”

Kendi kendine mırıldandı: “Tanrı beni unuttu belki de. Ya da ben, Tanrı’nın unuttuğu bir kadını oynuyorum.”

Sabah, kalabalığın uğultusunda bir yüz gördü eski, yorgun, ama tanıdık bir yüz. Adamın gözlerinde yılların değil, yenilgilerin çizgileri vardı. Kadın, kalbinde küllenmiş bir umudu toplamaya çalışarak yaklaştı.

“Belki de… senin için yaratıldım,” dedi.

Adam başını kaldırdı, gözleri kısa bir süre ışıkla doldu.

“Kimseyi bekleme,” dedi kısık bir sesle.

“Biz, sevilmekten önce anlaşılmaya muhtacız.”

Kadın titreyen bir sesle sordu: “Ama sevgi olmadan nasıl yaşanır?”

Adam gülümsedi; o gülüş, yorgun bir vedaydı.

“Anlaşılmak, sevgiden daha keskin bir şeydir. Birini gerçekten anladığında… artık sevemezsin.”

Kadın sessiz kaldı. Adam, sanki yılların sırrını açıklamış gibi, uzaklaştı kalabalığın arasına. Ve kadın, ilk kez anladı: bazı insanlar hayatımıza dokunmaz yalnızlığımıza ayna tutar. Elini uzattı, ama parmakları yalnızca soğuğa değdi.

Sokak lambasının altında kendi gölgesine baktı. Yüzüyle değil, varlığıyla karşılaştı o an.

“Belki de ben sevilmeyi hak etmiyorum,” dedi sessizce.

Kalbi, içindeki taşın ağırlığıyla yavaşça eziliyordu. Şehir dönüyordu, gürültülü, kayıtsız, acımasız. Ve herkes kendi sessizliğini omuzluyordu. Bir fısıltı geçti dudaklarından:

“Sevgi, geçici bir ışık. Anlaşılmak, karanlıkta kalan hakikat.”

Gece, pencerelere sinmişti. Kadın, yatağında kıvrılmış bir çocuk gibi ağlıyordu.

“Yalnızım…”

Kendi sesinin yankısı bile onu terk etmişti. Şehir, dışarıda bir nabız gibi atmaya devam etti. Ama onun içinde kalp değil, bir boşluk çarpıyordu. Küçük bir fısıltı ekledi kendi kendine:

“Belki de asıl korkumuz, anlaşıldığımızda ortaya çıkan yalnızlıktır.”

Bir gece, aynanın karşısına geçti. Yüzüne baktı orada bir kadından çok, eksilmiş bir ruh vardı. “Sen kimsin?” diye fısıldadı. Ayna, mezar sessizliğinde sustu. O an anladı: kimsesizlik, kelimelerin ötesindeydi. Ruhun en derin yerine saplanmış, çıkarılamayan bir bıçaktı. Ve o bıçak… belki de hiç çıkarılmayacaktı. Aynanın ortasında ince bir çatlak belirdi; tam kalbinden geçen bir çizgi gibi. Bu küçük detay, ruhundaki kırılganlığı simgeliyordu.

Gecenin sessizliğinde, düşünceler birbirine dolandı.

“Sevgi bizi avutabilir… ama anlamak, ruhun çıplak kalmasıdır.”

Pencereye yürüdü. Gökyüzü kararmış, yıldızlar sönmüştü. Ve o an, şunu hissetti: bu şehirde herkes kendi aynasıyla kavga ediyor. Ama hiç kimse kendi yansımasına galip gelemiyor. Kadın, gölgesine bir kez daha baktı ve fısıldadı, bu kez kendine:

“Belki yalnızlık, en gerçek yüzümüzdür. Ve bu yüz, sevilmekten çok anlaşılmak ister.”

Kategori: Novella / Kısa Roman

Yorumlar (0)

Yorum Yap

Yorum yapmak için giriş yapın.

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!