Şehriyenin Kara Yazgısı ve Umudun Soluk İzi
Şehriyenin Kara Yazgısı ve Umudun Soluk İzi
Çocukluğumun rutubet kokan gecelerinde, arpa şehriyenin o mat, kara kahverengi rengi mutfağımızın loş ışığında bir karabasan gibi belirirdi. Annemin yorgun elleriyle hazırladığı pilav, iki gözlü, sıvası dökülmüş gecekondu evimizin duvarlarında yankılanan bir suskunluk gibiydi.
Her bir kahverengi tane, yoksulluğumuzun, çaresizliğimizin, sessiz bir kabullenişin ifadesiydi.
O pilav, sadece bir yemek değildi; kaderimizin tabağa konmuş hâliydi.
Ve o karanlık renk, çocuk ruhuma kazınmış bir yoksunluk lekesiydi.
Zaman zaman başka evlerin ışıkları düşerdi üzerime. Duvarları kararmamış, sofraları yerden yükselmiş, masaları örtülerle süslenmiş evlerdi bunlar. Orada yenen pilav, bambaşka görünürdü.
Anneme ait o karanlık pilavın tam zıddı: beyaz, parlak, yumuşak… İçinde sadece birkaç solgun kahverengi tel şehriye olurdu.
O incecik teller, bana zarafeti, bolluğu, tasasız bir hayatı hatırlatırdı.
O ailelerin gülüşleri, benim için erişilmez bir mutluluğun sesi gibiydi.
Tel şehriyeli pilav, çocuk gözümde bir rüyaydı hem umut, hem azap.
Çünkü bilirdim: O pilavı yiyenlerle ben, aynı sofrada oturamazdık.
Onların tel şehriyeleri, benim kara şehriyemle aynı hikâyeye ait değildi.
Benim tabağımdaki o mat, yanık renkli taneler; alın terinin, borcun, eksikliğin tadını taşırdı.
Onlarınki ise, rahatlığın, alışkanlığın ve fazlanın simgesiydi.
Yıllar geçti.
O sıvaları dökülmüş ev çoktan yıkıldı, o eski tencereler paslandı.
Ama arpa şehriyenin karamsar rengi hâlâ içimde bir gölge gibi duruyor.
Tel şehriyeli pilavın o hafif, zarif görüntüsü ise hâlâ ulaşılmaz bir düş gibi uzakta parlıyor.
Artık biliyorum: O iki pilav, sadece farklı malzemelerden yapılmamıştı.
Biri, umudun soluk bir izi; diğeri, kara yazgının kendisiydi.
Ve ben, o iki rengin arasında, hâlâ çocukluğumun mutfağında, annemin tenceresinden yükselen sessiz bir buharın içinde kalakalmışım.
Yorumlar (0)
Yorum Yap
Yorum yapmak için giriş yapın.